İRFAN ÖNÜRMEN & DERYA YÜCEL
Nisan 2014, İstanbul

BAKIŞIN BELİRSİZ HALİ

İrfan Önürmen, her ne kadar figür geleneğinden beslenen Akademi’li bir sanatçı olsa da onu bir otodidakt olarak görme eğilimim vardır. Çünkü, akademi eğitiminden çok önceye dayanan çalışmalarıyla belirli bir üretim pratiği olgunlaştırmış olması ve katı bir form tekrarına karşı geliştirdiği malzeme çeşitliliği ile özgün bir tavra sahiptir. 1980’li yıllardan itibaren gerçekçi ve gözleme dayalı figüratif resimlerinden, farklı malzemeleri denediği kolaj ve kağıt işlerine, toplumsal konulara odaklandığı gazete düzenlemelerinden geleneksel espas anlayışından uzaklaşarak tülün katmanlarında yakaladığı çarpıcı etkilere, sanatçının pratiğinde içerik ve forma yönelik akışkan bir geçiş söz konusudur. Önürmen’in samimiyeti, ürettiği kavramlara farklı malzemelerle bir ortam hazırlayabilmesi ve bunu yaparken güncel referansları yansıtmasında izlenir. Kendi deyimiyle “içerik ile formun malzeme ile ilişkisi tamamen öznel yaklaşım ile ilgilidir.  Bir yanıyla kapalı tarif edilemez bir şeydir bu. Formülü de yoktur”, dolayısıyla İrfan Önürmen’in seçimlerimde de bir formülden bahsedilemez. Önürmen’le, yaşamı ve pratiği arasındaki ilişkiye ve son dönem üretimlerine odaklanan bir söyleşi gerçekleştirdik.


Derya Yücel: Sergide izlenen üretimlerini ağırlıklı olarak pentül ve tuvallerin oluşturuyor. Skulptül olarak adlandırdığın üç boyutlu tül düzenlemelerin ya da gazete katmanlarıyla oluşturduğun Arşiv serinden sonra tekrar tuval resmi ile bağlar kuran ama malzemenin olanaklarını kurcalayan işler ürettin. Örneğin Hiçkimse serinde malzemeyi geri çeviren bir refleks ortaya koyuyorsun. Tül dokusunda yakaladığın biçimsel olanağı tuvalin alanına sürüklüyorsun. Çok katmanlı şekilde ve zaman içinde çeşitlenen formlar içerikle nasıl bir ilişkide gelişiyor?

İrfan Önürmen: Resimsel imgeyi oluşturmak için tuval ve boya bir olanaksa, tülün de en az onun kadar bu olanağı sunduğunu söyleyebilirim. Dahası var, sonuçta üç boyutlu alana da geçebiliyorum tülle. Yüzeyde hem derinlik illizyonu oluşturabiliyorum hem de espasa dokunabiliyorum. Katman olanağından dolayı derinlik-boşluk gerçek anlamda yapıtın içinde oluşuyor. Tülü her zaman bir ton, bir renk tabakası gibi algılamışımdır. Bu deneyim çok resimseldir benim için. Elbette tül çalışmalarım tuval resmi değildir ama sonuçta resim sanatının tüm sorunsallarıyla başbaşa kalırım. Ressam olmayı hiçbir zaman terketmedim. Hatta resimsel ifademin tüllerimde daha rafine hale geldiğini düşünürüm. Boyanın olanaklarının farkındayım tabi ki. Tül malzeme ile elde ettiğim sonuçları tuval yüzeyinde boyanın olanaklarıyla elde etme fikri zaten baştan beri vardı. Tül ile boya kafamda iç içe girmişti bu süreç içinde. Sadece tülün biraz olgunlaşmasını bekledim boya yapmak için. Tülde elde ettiğim biçimsel sonuçları tuvalde deneyimlemek benim için kaçınılmazdı. Bu benim için bazen aynı şey demektir. Boyayı tül gibi, tülü de boya gibi kullanmayı öğreniyorum giderek. Bu deneyimler yeni keşifler yeni tatlar yakalamama neden oldu.  Bu alan sürprizlere açık bir alandır benim için. Baştan beri tül ile yaptığım işlerimde ekran izlenimlerimi konu edinmek önemli oldu. Ekrana yoğun bakmamla tül malzemeyi ele almam aynı zamana denk gelmesi tülün dokusu ile ekranın grenleri arasında ilişki kurmama olanak sağladı. Ekrandan aldığım imgelerle daha önce “paintülle” adlı bir seri iş yapmıştım. Her türden dikizleme yada bir nevi teşhir durumunu ele aldığım çalışmalardı. Diğer yandan da sosyal medya profilleri gibi bize bakan belki de olan bitene tanıklık eden büyük boy kimliksiz portreler yapıyorum. Şimdilerde ise “Imagefall” adını verdiğim çalışmalarla instagram imajlarını tüle taşıyorum.

DY: Evet, son dönem yapıtlarında bir yöntem değişimi hissediliyor. Birer imge deposu olarak başvurduğun gazete, dergi gibi fiziksel materyal, sanal ortamdaki dijital imgelere doğru yol alıyor. Dijital görüntünün en küçük birimi olan pikselleri tuvalin ya da tülün gözenekleriyle karşılaştırıyor ve yüzeyde açtığın geometrik boşlukları piksel gibi kullanıyorsun. Pratiğin, resim geleneği ile köklü bir bağ kuruyor ama hep resmin dışına taşan bir anlatım karşımıza çıkıyor. Bu tavır, odaklandığın konu ve kavramlarla ilişili sanırım.

İÖ: Çeşitli video görüntülerindeki bozulma, ekrandaki görüntünün eksik kalması, dijital imajın bozulması, glitch etkisi bana hep resimsel gelir. Tamamlanmamışlık duygusu hep ilgimi çekmiştir. Basılı medyadaki görüntülerde de böyleydi. Resim yaparken de o bozuk imgeden faydalanırdım. Ekran görüntüsü de öyle. Ekrandaki figür zaten kendi bağlamından farklı bir yerdedir. Onu ekrandan izlemiş olduğumuzun bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Onun için bu imler figürün ekrandaki bağlamına gönderme yapar ve daha yeni bir bağlam oluşturmak için resimsel imgeyi oluştururlar. Ben toplumun ve figürün izini medya üzerinden sürerim. Önceleri gazeteydi bu iz sürüş, şimdilerde ekrandandır. Toplumun ve insanın izini sürdüğüm medya, gerçeğin içinde üretildiği ve aynı zamanda yalanın da üretildiği bir bağlam halindedir. Haber ya da değil gerçek medyada yer aldığı andan itibaren kendisi olmaktan çıkar. Bizim ilgi alanımıza girdiği andan itibaren de belli bir anlam ve içerik haline gelmeye başlar. Bu aşamada objektif olduğu iddiasındaki gerçek, sübjektif hale gelir. Medya üzerinden kurduğum bu karşılaşma ve görsel imgeyle kurduğum ilişkiler bazı yapıtlar üretmeme sebep oldu. Sonuçta espası, formu, biçimi mesele etmeyi medya üzerinden görüp çözmek gibi bir sorunsal oluşturmak istiyorum. Günümüzdeki birçok sanatçının da ortak tavrı bu sanırım.

DY: İnsan ve toplumu artık gazete, dergi ya da medya araçlarından değil sosyal medya profillerinden izliyorsun. Kişisel-bireysel olandan toplumsal kodlara uzanırken imgelerinin sınırları da değişiyor mu?

İÖ: Sosyal medya hayatımızı belirlemeye başladığından beri insanı izlediğimiz yeni alanları görüyoruz. Profil resimleri bunlardan biri. Kimliksiz, bazen cinsiyetsiz, vatansız, hiçbir yere ait olmayan profiller. Bazen de aşırı sembollerle yüklü olabilen tanımsız yüzler. Bir süredir tül ile yaptığım “gaze” serisine kaynaklık eden bu portrelerde bakışa çok özel anlamlar yüklemeyen, sorgulamayan ama günümüzde olan bitene tanıklık eden portreler olsun istedim. Bu anlamda bu yüzlerin olabildiğince politik olduklarını düşünüyorum. Eski portreciliğin temsile ve anlama dayalı yaklaşımınından farklı bir deneyim bu. Bu seri, bakışın seçen, elle tutulamaz ve belirsiz hali üzerine. Bir diğer alan instagram sayfalarındaki görseller. “Imagefall” isimli projem, bireyin “bende varım”, “onaylayın beni” durumun yaşandığı “show me” dünyası. Bu imge yağmuru tüketimden, bireyin var olma savaşına kadar çeşitli göndermeler içerebilir. Burada tüketerek var olan insanı görürsünüz. “Bunu ben yaptım, bunu ben yaşadım. Bunu ben yedim.” Belki hiçbir dönemde “ben”in bu kadar vurgulandığı bir dönem olmamıştır. Bu imaj havuzuna atılan her imaj bireyin varoluşunun onaylanması anlamına geliyor. Kendine özgü bir ruh hali var günümüz duygusunun. Gözlem değil o anın tespiti. Birikim değil o an yaşanan ve hemen biten, biz değil “ben”in altının çizilmesi, yaşamın gizlenmesi değil ortaya serilmesi, İçsel değil görüntüde kalması bu ruhu tarif ediyor sanki. İmge dolaşıma girdiği andan itibaren artık tüketilmiş ve anlamını yitirmiş olur. Hatta konu çeşitliliği, dil farklılığı o kadar çoktur ki bu fotoğraflarda konunun bir önemi kalmaz. Benim çok ilgimi çeker bu tarafı. Resim çalışmalarımın başından beri hep gerçekliğin, olan bitenin ne olduğu ile ilgili sorular sormaya çalışırım. Bu da sorguladığım alanlardan biri oldu. Bir yandan da fotoğraf- resim ilişkisini en çok düşündüğüm bir proje oldu imagefall.

DY: Ağırlıklı olarak tercih ettiğin koyu renk skalası, parçalanmış geniş lekeler ve terapötik kompozisyonlarda neşeli ve doğaçlamacı ironi, yerini şeylerin tüm ağırlığıyla çöktüğü imgelere bırakıyor. İmge her ne kadar absürd, çarpıcı ya da mizahi olursa olsun hep hüzünlü bir alt ton hissediliyor. İrfan Önürmen için yapıtın temsil ettiği dünyayla karşılaşma, izleyici-yapıt, toplum-sanatçı karşılaşması olarak tanımlanabilir mi?

İÖ: Yaşam, herkesin kendi  başına yaşadığı bir deneyimdir. Dolayısı ile sanatçı olunsun yada olunmasın insanın toplum ile ilişkisi de biriciktir. Bende o biricik deneyimi yaşıyorum. Bu deneyimi farklı kılan bunu bir sanat nesnesine dönüştürebilecek içsel tepkileri harekete geçirebilme kabiliyeti olabilir. Bu yaşamı daha anlamlı kılma da olabilir. Eksik bir yanımızı tamamlama dürtüsü de.  Toplumu ve insanı izleme konumumdaki duruşumdan memnunum. Dolayısı ile benim resmimin ana motifi insan ve toplum olmuştur her zaman. Bu figür benim için günümüz kent insanıdır ve sokak gözlemlerimden başka esas onu izlediğim ortam, kitle iletişim araçlarındaki görseller ve imajlardır. İnsana ve topluma  ait şifrelerin bu görsellerde saklı olduğuna inanıyorum.

DY: Son dönem işlerini izlediğimiz kişisel sergin dışında C24 Galeri’nin yayınladığı sanatçı monografinin heyecanı da üzerinde. Uzun soluklu, incelikli ve zihin açıcı bir çalışma sürecini birlikte paylaştığımız için ben de heyecanlıyım. Ortaya çıkan kitabın, senin üretim pratiğinin detaylı ve kapsamlı bir dökümü olduğunu düşünüyorum. Bana göre, sanat yapıtı anlamını, kendi tarihsel ve toplumsal bağlamı içinde tuttuğu konumla kazanır. Bu anlamda, İrfan Önürmen’in üretimlerinin de, içinde şekillendiği aileden, şehirden, toplumdan ve kültürden doğan organik bağlarda kendini tanımladığını söyleyebiliriz.

İÖ: Evet, haklısın. Derli toplu olarak benimle ilgili en kapsamlı kitap bu oldu diyebilirim. Senin de, üretimlerimi malzeme ve biçim dışında belirli kavramlar üzerinden ele alman okuyucuya yeni bir pencere açacaktır diye düşünüyorum. Sanatım, benim bir yansımamı barındırıyorsa evet, yaşadığımız her şeyle ilişkili olmamızdan kaynaklanıyordur. Ben, yaşamın her anının sanatçıyı şekillendirdiğini düşünürüm. Küçük yaşlarda biçimlendiğimiz doğruysa eğer çocukluğumuza bakarak bazı ip uçları yakalayabiliriz. Geriye dönüp baktığımda babamın saraç atölyesindeki derileri kesip biçim verme işleminin çocukluğumda beni etkilediğini görüyorum. İnce derileri kat kat keserlerdi ve dikerlerdi. Sonra hep kesip biçtim ben de. İlk gençlik yıllarımda grafik bürolarında, matbaalarda film tabakalarını, kağıtları kestim, pikaj yaptım. Ressam olmaya karar verdim ve Akademi’de kolaj yapmaya başlayınca rahat ettim. İfademi buldum sanki. Sonra gazete görseli kesip biriktirdim arşiv yaptım. Yine onları kesip oyarak arşiv serilerimi oluşturdum. Şimdilerde tül kesiyorum. Tül katmanlarını kesip biçimler formlar oluşturuyorum. Mahallemizde çocukluğuma dair aklımdan çıkmayan tül şapkaların yapıldığı bir dükkan vardı. Oraya girip çıkardım. Hiçbir yere benzemeyen başka bir yerdi orası. Şimdilerdeki tül ile ilişkisi var mı bilmiyorum. Ama benim, şeffaflık, imajı çeşitli katmanlar halinde görme ve biçimi keserek elde etme ile ilgili alışkanlıklarımı matbaalardaki grafik çalışmalarımdan elde ettiğim biriktirme-arşivleme-yapıştırma-kesme-düzenleme deneyimlerimin sonucu olduğunu söyleyebilirim. Bu kitabın da, herkes için açık bir şekilde üretimlerimi izlemeye ve okumaya yönelik bir patika oluşturacağını umarım.