EDA GECİKMEZ & DERYA YÜCEL
Eylül 2013, İstanbul
 

“ASLINDA BİR BÜTÜN BENİM VE BEN KENDİMİ OLUŞTURUYORUM…”


Derya: Neredeyse üç yıl önce bir sergi projesi kapsamında senin üretimlerinle karşılaştım. Oldukça derin bulduğum pratiğinin öncesine ve bugününe baktığımda şunu sormak isterim; kendini sanata ve onu yaşamsal bir varoluş biçimi olarak kabullenmeye nasıl hazırladın?

Eda: Kendimi bildim bileli, resimle her zaman bir derdim vardı. Babamın mesleği sayesinde, çocukluğumda boyalarla, fırçalarla, çeşitli tasarım malzemeleriyle fazlasıyla zaman geçirdim. Onun atölyesinde, böyle bir özgürlük alanına sahiptim ve elimin yatkınlığı, kabiliyetim de okul döneminde öğretmenlerimin dikkatini çekmişti. Ama, lise dönemine kadar sanatın hayatımı bu derece etkileyeceğinin farkında değildim tabi. Derslerde başarılı olduğum Anadolu Lisesindeki hocalarım beni bilindik mesleklere yönlendiriyorlardı. İşte o zaman, yapmak istediğim şeyin gerçekten de farkına varıp bilinçli bir tercihle güzel sanatlara yönlendim. Bu kararım her ne kadar okulda olay yaratsa da ailemin desteğini almıştı. İşte, bu hazırlık, öncesinde bir tür gerilim, sonrasında uzlaşma (kendim, çevrem, ailem…) nihayetinde bir gerekliliğin kabulu ile oldu. Sonrasında Marmara GSF Resim bölümü, arayışlar, İspanya’daki değişim dönemi ve performans çalışmaları, Mimar Sinan GSÜ Resim mezuniyeti, ardından Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım yüksek lisans sürecim. Ve her adımda da kendi pratiğimi olgunlaştırmamda rol oynayan insanlarla çalışma fırsatı yakaladım, çeşitli sanatçı inisiyatiflere, kolektiflere dahil oldum.

D: Çalışmalarına baktığımda doğrusal yapıda bir gelişim/değişim çizgisi yakalamıyorum. Diğer bir deyişle her bir üretimin bir sonrakini öncellemiyor ya da önceline hakim değilsek anlamını gizlemiyor. Böylece, bir izleyici olarak benim onları kendi bağlamlarının ötesinde ya da birbirleriyle karşılaştırmalı olarak yorumlamam gerekmiyor. Kısacası, her bir çalışman farklı ve yeni bir karşılaşma gibi. Resimler, kolajlar, videolar, performanslar ve tekrar resim?

E: Evet, pratiğim resimden çıkıp tekrar resime dönen bir süreç gibi algılanabilir ama geldiğim noktada farklı disiplinleri eşzamanlı olarak olgunlaştırmakla ilgilendim. Resim yaparken ya da başka bir disiplinde çalışırken hep şunu hissediyorum, ben kendimi gerçekleştiriyorum. Aslında bir bütün benim ve ben kendimi oluşturuyorum. Çünkü beslenme biçimim bu, düşünmek, aramak, yoğunlaşmak, üretirken yoğurulmak… Mesela bu sergi için disiplinli bir şekilde çalışıyorum ve resim yapıyorum ama diğer taraftan sokağın sesine kulak veriyorum, atölyeme gelip giderken duyduğum diyalogların bir kaydını yapmak, rutin hale gelen rotam içinde karşılaştığım sıradan hikayeleri belgelemek gibi projeler biriktiriyorum. İşin garip yanı resim yaparken o fikirler doğuyor. Bu projelerimi uygularken de resimlerim ortaya çıkıyor. Bunlar birbirine dönüşen, birbirini tamamlayan süreçler. Son dönemde ortaya çıkan resimlerle ilişkili ama daha fazla kişisel belleğimle bağı olan obje/heykeller de bu sergide görülebilir. Mesela, büyükannemin eski bir saatini buldum, cam fanus içinde. Bir aile hatırası gibiydi. Meditasyon uygular gibi üzerinde onlarca mum yaktım. Saat, kendi kendine, biraz yanarak bozularak heykelimsi bir forma büründü. Oldukça metaforik, saat zamana işaret ediyor ve belleğimle, geçmişimle yaşamımla bir bağı var. Mum da işlevsel olarak eriyen yok olan birşey. Mumun erimesi, resimlerimde kullandığım akıntı formu ile bağdaşıyor. Bu akış resimlerimde bir sürece işaret ederken, durağan bir imgeye zamansal bir form da katıyor. İster resim ya da obje, ister video, performans olsun, herşeyi bir arada düşünebilmek ve yan yana getirebilmek, bağı kurabilmek ilgimi çekiyor.

D: Şu anda atölyende, oluşum aşamasında görme fırsatı bulduğum yeni resimlerin, kendilerine özgü kodlar taşıyor ve bunların içine yerleşiveriyorlar. Birer tüketim nesnesi olarak beden, kimlik, moda gibi kodlara, silikleştirdiğin eril/dişil kavramları ve reklam sembollerini, fantazmalarını da katıyorsun. Tüm bunları, düşsel/gerçeküstü formlara çevirip, birer gizli anahtara dönüştürüyorsun. Öyle ki formların kendi başına belirsiz bir uzamda varlıklarını sürdürür gibiler. Özellikle bu serginde yer alacak çalışmaların etrafında yaklaşımını biraz açar mısın?

E: Sergideki işlerin çıkış noktasında teorik alt yapı olarak beslendiğim toplumsal cinsiyet, beden, kimlik gibi konuların çözümlemelerini günlük hayattaki görsel dil üzerine uyguluyor, resimlerin eskizleri niteliğindeki kolajları yapıyorum. Mesele görünenin ardında yatan dili ortaya çıkarmak; şair gibi dile söyleyemeyeceğini söyletmek. Bu dil de malumunuz sözkonusu iktidarın, politik rejimin dili. Bunu yaparken işin içine yapan kişi olarak kendimin de arka planı yani bilinçaltı devreye giriyor ve kişisel geçmişim de yönlendiriyor bu kolajları. O yüzden bazen fantastik, bazen politik, bazen pek de ne olduğu belli olmayan daha metafizik yerlere kayıyor işler. Resimlerdeki formları tam anlamıyla birer figür olarak tanımlayamayız. Varlar ama yoklar… Tuvale giren bedenler ise çoğu zaman birer kıyafet, benim açımdan insanın toplumdaki kılıfı. İçinde bir beden taşıdığı hissedilen ama bedensiz kıyafetler. Elbise gibi mobilyalar, eşyalar da birer arzu nesnesine dönüşüyor. Yani o obje de bedenin bir parçası olmaya başlıyor, bunu farkettim, bedenleşiyor. Önceki resimlerime göre daha fazla mekan ve obje, beden ve mekan birbiri içine girmeye başladı. O yüzden koyduğum objeler, mekan da hep bedene dair. Yine fonda o belirsizlik kalıyor. Daha çok boşluk, boşluk benim için bilinçaltındaki, rüyalardaki o kesin sınırları olmayan mekan algısı olarak yansıyor. Ona yaklaşmaya çalışıyorum. Kimi yüzeylerde dişil akışlar olarak tarif edebileceğim katmanlar oluşuyor. Bunlar bir boya akıntısı ya da formsal olabilir, zaten akıntılarla birlikte saç formu da bana aynı hissi veriyor, kadınsı, hafif ve kıvrımlı. Bazen de insan bedeni parçalarından oluşmuş ama figürün geneline baktığında bir hayvan hissi veren formlar da oluşmaya başladı. Şuradaki resim gibi, resime ilk bakışta bir at görebilirsin ama bakışın detaylarda gezindiğinde kadın bedenine ait parçalar bulacaksın. Tabi sembolik yanı da var, mesela ata yüklenen iktidar, eril söylem ve onu sakatlamak, kafasından bir dirsek çıkartıp saçla bütünleştirmek. Başka bir resimde bunu ceketle yapmak, aynı şey, hiç farketmiyor. İktidarın o söylemini sakatlamış oluyorum ve böylelikle algıya bir virüs sokmuş gibi hissediyorum.

D: Yaşamın kendisi de öyle değil mi zaten? Herhangi bir iktidar mekanizmasının içine bir virüs sızdırırsan mutlaka bir karşı-mücadeleyle karşılaşırsın. Ama o kırılmayı/sakatlamayı bir kere yaratmış olursun. Ve artık geri döndürülemez.

E: Durmuyor hiç. Sokakta yürüken bile böyle bakıyorum hayata, kulağım öyle duyuyor, gözüm öyle görüyor, bundan kendimi çıkaramıyorum, normal şekilde devam edemiyorum, gözlerimin önünde açılıveriyor, hep çözümlüyorum. Sürekli o yoğun bombardımanı yaşıyorum.