Müze Evliyagil
09.09.2017 – 04.02.2018
15. İstanbul Bienali Komşu Etkinliği
Küratör:Derya Yücel
EV
“Gökyüzümüzün dorukları birbirine kavuştuğunda
Evimin bir çatısı olacak”
Eluard
Ev, mekân kavramına özgü fenomenolojileri araştırmak için ayrıcalıklı bir alan olarak önümüze serilir. Sözcüğün ilk anlamıyla evi, fiziksel bir mekâna indirgeyerek kavrayabilmek artık mümkün değildir. Ev, fiziksel bir yapı, bir nesneden öte sosyal olgulara işaret eder ve insana özgü anlam taşıyan sosyal ilişki ağlarının düğüm noktası haline gelir. Zaman kavramı çerçevesinde ise geçmiş, bugün ve gelecek, eve farklı dinamizmler kazandırır. Çoğu zaman birbirinin içine geçen, kimi zaman birbirine zıt düşen, kimi zaman da birbirini uyaran dinamizmler.
Toplumsal ilişkiler ile mekânı kavrayışımız arasında bir dizi karmaşık ve çok yönlü bağlantıların söz konusu olduğu ileri sürülür. Toplumsal ilişkiler, mekânı anlamlandırmamızı, mekânı kavrayışlarımız da toplumsal olanı anlamlandırma biçimlerimizi etkiler. Toplumda ‘kim’ ya da ‘ne’ olduğumuzu mekân ve zamanın sembolik çerçeveleri aracılığıyla öğreniriz. Örgütlü mekânsal-zamansal ritmler, bireylerin farklı roller içinde toplumsallaşması yönünde işlevselleşir. Lefebvre’e göre ise, toplumsal olarak üretilmiş olmayı imleyen sosyal mekân, salt boşluk değil; aksine anlamla yüklüdür. Mekân boş, durağan, nötr bir alan olarak değil, anlam atfedilebilen toplumsal ilişkiler ağı tarafından belirlenir ve farklı öznellikler içerirken, imgelem tarafından hep yeniden ve yeniden inşa edilebilir. Mekânsal ve zamansal kimlik bağlamında evi ele alan Dovey, evin geçmişle olan bağlantısı aracılığıyla sürekli olarak kimliğimizi uyandırdığını belirtir. Zamansal kimlik, kim olduğumuzu, nereden geldiğimizle açıklamanın yollarından biridir. Zamansal kimlik olarak ev, sadece geçmişle olan bağlantılarıyla sınırlı değildir; geleceğe de uzanır. Böylelikle ev, kimliğin hem temsiline, hem de gelişmesine olanak tanır. Dinamik bir kurgu çerçevesinde, evin anlamı kişiden kişiye değişebildiği gibi, kimliğin ve benliğin oluşumu ile paralelliğinden dolayı aynı kişi için farklı zamanlarda da değişiklik gösterebilir. Ayrıca, Miller'ın da ifade ettiği gibi ev, bir nesne olarak algılanmanın yerine içinde devindiğimiz bir süreç olarak algılanabilir.
Ev kavramı insanların hem birbirleri hem de yer/mekân ve şeyler ile ilişkileri hakkında karmaşık, birbirine bağımlı ve kimi zaman çelişkileri de barındıran bir sosyo-kültürel fikirler mahzeni gibi işler. Fiziksel bir barınak, kişilerin nesnelerle iletişiminin kurulduğu bir ağ ya da aynı anda birçok zıtlığı bünyesinde barındıran bir olgu olarak ev, kimi zaman olumlu, kimi zaman olumsuz, çoklu anlamın kaynağıdır.
Bachelard, evi bir “mutluluk mekânı” olarak ele alır çünkü ev, insan yaşamında kazanılmış şeylerin korunmasını ve bunları sürekli kılmada güven verir. insan varlığının ilk kabuğu, evreni, kozmosu olan ev bize, hem dağınık imgeler, hem de bir imgeler bütünü sağlar. İmgeleri, çekim gücü olarak niteleyebileceğimiz bir güç, evin çevresinde toplar. Diğer yandan ev, mahzenden tavan arasına gizli kalan, unutulan, saklananlarla rahatsız edici olabilir ya da tedirginliği besleyebilir. İnsan gibi ev’de çifte doğaya sahiptir. Aynı anda, ömür boyu bize eşlik eden mutluluk imgelerimizin olduğu kadar, kurtulmak için hep çaba harcayacağımız korkularımızın, dağıtmak için her yolu denediğimiz iç sıkıntımızın da kaynağı, kaynağı değilse bile ilk sahnesi olabilir. Gitmek ya da kalmak der Gürbilek, ev’in bize dayattığı-yoksa bağışladığı mı- bir ikilem bu.” Kimi zaman “yaşanan dünyaya dair hissedilen iç sıkıntısının, hiç geçmeyen kaçıp gitme isteğinin, bir türlü gidilemediği, terk edilemediği için duyulan sürekli ve derin bir acının dönüp geldiği yer de bu ağır, bunaltıcı evdir. Ev’de imgenin ve anının birliği, imgelemin ve belleğin birbirine karışan işlevselliği içindeyiz der Bachelard, o unutulmaz evi, hiç unutmayan, unutmak istemeyen bedenimiz… Her birimizin, gerçek bir geçmişin ötesinde karanlıklar içinde yitip gitmiş bir düş evine, bir anı-düş evine sahip olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Başımızı soktuğumuz bütün evlerin anılarından, oturmayı düşlediğimiz bütün evlerin ötesinde, içtenlikli ve somut bir öz çıkarabilir miyiz? Doreen Massey’in de belirttiği gibi, sınırları kapalı, farklılıkları dışlayan “yer”lere karşı duyduğumuz korku ve terörle, muktedir olmayanın, ezilenin ve dışlanılanın kendi yaşamsal alanının sınırlarını, yerini, evini, ‘özünü’ savunmasına verdiğimiz desteğin yanyana geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Belki de ev hala sonsuz mekân içerisinde yola çıktığımız, varlığımızın ve hayatlarımızın değişmez merkezidir. Köklerimiz, aidiyetlerimiz, kırılgan ve yaralanabilir kimliğimizin koruyucu duvarlarıdır. Belki de “sözcüğün alışılmış anlamıyla barınak, artık imkansızdır; ev, geçmişte kalmıştır. Artık katedilen yol, gidilen yön ya da varılacak yer çoktan yok olmuştur.
Bir metafor olarak “EV”, sanatçılar için düşünceleri, anıları ve düşlerine rehberlik edecek bir diyagram olabilir. Ev, hafıza, benlik, birey, aile, kimlik kavramlarına yönelik birleştirici güç olmasının ötesinde içerisi ve dışarısı diyalektiğinde komşu, mahalle, kent, toplum, çevre, yer, aidiyet, coğrafya gibi çok katmanlı anlamlara yönelik bir araştırmanın tetikleyicisi olabilir. “EV” başlığındaki sergi de zamanın, anıların, düşlerin, korkuların, çatışmaların, yargıların oluşturduğu bir çatının altında içtenlikli ve somut bir öz arıyor, farklı jenerasyon ve sanatsal pratiğe sahip sanatçıların üretimlerini ev kavramı etrafında yeniden yorumluyor. Serginin küratöryal çerçevesi, sanatın ve sanatsal üretim pratiklerinin çeşitliliği ötesinde kesişmeleri, imgenin öznel yoruma dayalı biricikliği ötesinde müşterek anlatıları, kavramsal içeriklerin çok katmanlılığı ötesinde formsal diyalogları da araştıran bir senteze dayanıyor. “EV”, sanatçılar arasında kişisel düzeyde, zamana ve bağlama bağlı olarak değişkenlik gösteren ilişkisel bir dinamik olarak merkeze alınıyor.
Evi Hatırlamak
“Bellek dediğimizde, zamana ve mekâna, imgeye ve nesneye, dokuya ve kokuya kök salmış olan, muğlâklıkların, hatıra buğusunun ve duygusallığın varlığını sürdürdüğü bir zihni düzleme bakmaktayızdır.” Nesneler, belleği harekete geçirirken, bulundukları mekânda süren/sürmüş/sürecek olan yaşantıların çözümlenebilmesinde birer kılavuza dönüşebilir. Bu anlamda nesneler, sadece birer obje olarak değil, evi derinlemesine kavrayabilmek için kullanılacak bir ‘dil’ olarak görülebilir. Sanatçılar, düşüncelerinin, duygularının ağırlığını elle tutulur başka nesnelere verdiğinde, bir nesnenin çevresine, bir nesnenin içine evreni yığabilir.
Ahmet Doğu İpek, bir ağaç gövdesinin doğal formundan, zarif bir nesneye dönüşme anı ya da tam tersi bir sahneyi “Masa III”de donduruyor. Sanatçı, olmakta olan, süregiden ve anlatımı zor bir izlenime somut bir beden kazandırıyor. Can İncekara, “büyükanne” isimli suluboya resimlerinde kişisel hafıza ile toplumsal hafızaya arasında ortaklıklar kuruyor. Aşina olunan bir eve, belli belirsiz canlanan bir geçmişe ve çocukluk anılarına yerleşen nesneleri, hatırlamanın muğlaklığında ele alıyor. Çağrı Saray, aidiyet bağıyla ilişki kurduğu bir evin hafıza haritası çıkarıyor. Sanatçı, “4/12: Bir Evin Topografyası, no:2” isimli desenlerinde, evin her bir köşesini ölçerek, yaşanan mekânlar aracılığı ile belleğe yerleşen deneyimleri, mekânın deneyimsel titreşimlerini performatif bir anlatımla aktarıyor. Erdağ Aksel “Evliyagil Tuhafiye” ile sergi mekânının öz hafızasına dokunuyor. Düzenlemeyi gerçekleştirdiği her kentte uyguladığı yöntemi ile yalnızca yerel mekânlardan edindiği nesneleri, bir rafta sıralayan sanatçı, “değer” ve “anlamın” hiçbir mekânsal düzende içkin olmadığını vurguluyor. Belleğin geçmişle kurduğu diyalogda, anıların saklı olduğu yaşanılan mekânla doğrudan temas ettiğine vurgu yapan “Geçit” isimli çalışmasıyla Erdal Duman’da evin en yalın formuyla ilişki kurarak, ortak belleği biriktiriyor, depoluyor ve belleğin bu rafların üzerinde gezindiğine dair bir okuma öneriyor. Erinç Seymen, “Aile Değerleri” serisinin ikicisi olan resim-düzenlemesinde orta sınıf kimliği, aile kurumu ve mülkiyet ilişkileri ile aidiyet kavramlarının altını kazıyor. Sanatçı, ilk bakışta normatif ve mükemmel görünenin ardındaki arazları, araladığı ağır bir perdenin arkasından izleyiciye açıyor. Nesne, görsellik ve toplumsal bellek ilişkisini araştıran “Harb-i Bezeme: Ağlayan Halılar” isimli üretimiyle Hakan Gürsoytrak, dokuma bir halıyı, ev içi bir nesneden sosyal yapının bütününe işaret eden bir ifade birimine dönüştürüyor. Nesneler, ev bağlamı içinde kişilerin zihin ritmine eklenirken, kamusal ve özel ayrımlarının da sınırlarını oluşturur. Leyla Gediz, “İsimsiz (yatak)” ve “İsimsiz diptik (kadehler)”de atölyesinde kullandığı yatağını bir heykele ve mutfağında kullandığı kadehlerini birer imgeye dönüştürüyor. Böylelikle, mahremiyet taşıyan bir mekân olan içerisi ile sosyal bir mekân olan dışarısı arasında sınırların aşıldığı bir kayma gerçekleştiriyor. Evin davranış kodlarını belirleyen işlevselliği içinde bir sapma yaratabilmek, mekânın sembolik özünü dağıtıp parçalayan bir düş gücü gereksinir. Çocuksu bir kural dışılık ötesinde ezoterik bir ritüeli anımsatan deseni “Oyun” ile Yuşa Yalçıntaş, eve özgü içgüdüsel bir düşü bizlere hatırlatıyor.
Eve Sığınmak
Her insanın (ve insan topluluğunun) bir yere ‘kök salma’ ihtiyacı olduğu savına dayanan görüşler en güçlü ifadesini ‘ev’ kavramında bulur. ‘Ev’ orijinle ilgilidir ; Ev, gelinen yeri, coğrafi kökeni, yuva ve aidiyet kavramları ile ifade eder. Ancak en basite indirgenmiş tanımıyla ev, bedenimiz için koruyucu bir barınaksa benliğimiz için de koruyucu bir sığınak olabilir. En gizli yanlarımız, en zayıf duygularımız, en kötücül öfkelerimiz, en güçlü arzularımız, en büyük korkularımız, en olmaz düşlerimiz bu ‘ev’e yerleşebilir. Öyle ki, eğer gidebileceğimiz başka bir ‘yer’ yoksa, evler, varlığımıza dair konuşabilir ve bize dair öznel bir anlatı örebilir.
Can Akgümüş, “Evden Uzak I ve II” isimli fotoğraflarında varlığını müphem bıraktığı evlerin izini sürüyor. Sanatçı, “Ev”in içinde mi dışında mı olduğumuz ya da “Ev”e aşina mı yoksa birer yabancı mı olduğumuz üzerine izleyiciyi tekinsiz bir belirsizlikle baş başa bırakıyor. Belki de doğduğumuz andan itibaren aşina olduğumuz, kimilerinin sahip olduğu kimilerinin de özlemini duyduğu o ilk yuva olarak anne kucağını merkezine taşıyan “Süt Dişi” başlıklı fotoğraflarıyla Cemre Yeşil, ev kavramının özünü “başlangıçtaki evrenimiz” olan bir bedende cisimleştiriyor. Cengiz Tekin, dışarıda süregiden fırtınalara karşı evi koruyucu bir kabuk olarak ele alırken, yaşadığı coğrafyada kavuşmasına imkân veremediği “sakinliği” evinin duvarlarında arıyor. Sanatçı, “Sessizlik”de dışarıya dair duyduğu iç sıkıntısını, çivi, poşet, tespih, elektrik prizi, kemer… gibi duvar yüzeyiyle ilişkilenen sıradan nesneler aracılığıyla ve “normal” koşullarda pratiğine dahil olmayan karakalem etüd yöntemiyle kağıda aktarıyor. Erol Eskici’nin “Karstwelt 06” adlı resmi, zorlama, karşıt ve dolaylı yönden ilişki içinde olan jeoloji, kimya, mimari gibi alanlardan bir takım göstergeleri yan yana getiren diyalektik bir kompozisyondan oluşuyor. Bu karanlık ve pitoresk manzarada ev, bazen artık ulaşılmaz bir kalıntı olarak mevcudiyetini korurken bazen de sığınak işlevi görüyor. Eşref Üren’in 1973 tarihli “Ankara Dolayları (kar)” isimli resmi, izleyiciye bir kış peyzajında yaşayan ev/ler’e dair devingen bir imge sunarken, Komet’in 1982 tarihli “Viens Ici” adlı tuvali de izleyiciyi aile, birey, çocukluk ve özgürlük kavramlarının arkasında yükselen bir anı-düş evine götürüyor. Modernitenin mekânsal karşıtlıkları üzerine inşa ettiği içerisi ve dışarısı kavramlarına dair bir soyutlama olarak izlenen “Modern Batı”, Nuri Kuzucan’ın üretim pratiğinde sıklıkla ele aldığı mimari- mekân kavramlarına yönelik bir soyutlama olarak izleniyor. Kurgulanan, yarım kalmış, tamamlanmayı bekleyen ev, dışında bıraktıklarını içtenlikle davet ediyor. Resimleri, bedene, bilince ve içsel olana dair kapalı dehlizlere açılan Romina Meriç, ateşi hem yıkıcı hem yapıcı bir metafor olarak merkezine taşıdığı “Doğru Göz” ile kendine (evine) yabancılaşma ve kendine (evine) sahip çıkma süreçlerini örtük bir imgelemle ele alıyor. Yunus Emre Erdoğan “İsimsiz”de içeriden dışarıya doğru çevirdiği bakışını bir perdenin ardına yerleştiriyor. Bu bakışla, bir evin korunaklı duvarlarının ardını seyretmekten, gözlemlemekten ve dışarıya dair anlatılar oluşturmaktan çok evi, dışarıdan sıyrılıp, kendine ve tüm varoluşa baktığı bir gözlem üssü olarak ele alıyor. Yüksel Arslan’ın “Arture” serisine ait 1997 tarihli “489, İnsan 130”, sanatçının tekinsiz, karanlık ve heyecan verici düşünce akışından bir sahne açıyor. Resimde, bir odanın içinde öylece oturan kadında varlığın durağanlık ve yalnızlık taşıyan bakışı izleniyor. Zeminde akıp giden yazılar, belleğin dekoru haline gelirken, sahne, hafızanın sığındığı o en basit mekâna, eve işaret ediyor. Sanatçının aynı serisinden 1998 tarihli “517, İnsan 158: (Eskiler…)” ise belki de tüm canlıların o en son yuvası olan toprağa, doğaya, ıssızlığa bakıyor.
Evi Taşımak
Ev’in metaforik ve düzanlamsal bileşenleri oldukça kala¬balıktır; ev, yurt ve yuva arasında salınan bir ‘birlik’ tasavvurunu somut¬lamaktadır… Ev, imgesel ve metaforik zenginliğiyle, ‘yuva’ya, ‘yurt’a, ütopik anlamda ise ‘vatan’a ve kökene gönderme yapar. Ancak 20. yüzyılın sonunda dünya, bireylerin ve toplulukların bir yere ait oldukları inancını yitirdikleri, içinde yaşadıkları coğrafyadaki varlıklarının tesadüfi olduğu bilincine vardıkları bir dünyadır. Yerleşikliğin yerini hareketin ve göçün aldığı çağımız, “yerinden edilmiş insanın, mültecinin, kitle göçünün çağı”dır. Ev de, dinamik içe-riğiyle hareket eden, taşınan ve yaşayan bir kavramdır.
Ahmet Duru’nun üç boyutlu çalışması “İçimde Bir Göçebe Var”, sanatçının doğa ve kent ilişkisi-gerilimi üzerine ele aldığı kavramlar çerçevesinde kendine ait distopik bir evren olarak izleniyor. Bu ev, toplumsal, politik ve sosyo-kültürel koşulların ötesinde ekolojik yıkıma işaret ediyor. Su/deniz imgesi, günümüzde hareketin ve kitle göçünün trajik bir sembolü haline geldi. Berat Işık’da “Buradan Uzağa” isimli fotoğrafında, gitmenin, yola çıkmanın tedirgin edici bilinmezliğini ve umudunu, denizin üzerinde ilerleyen-belki de öylece duran- bir figürde sembolize ediyor. Burada beden, “yok olmaya” karşı bir direnç birimi haline geliyor. Canan Tolon’un “İsimsiz” yapıtı, hareket halinde şekillenen, hep bir kez daha gitmek için geri dönülen bir başlangıç noktası olarak eve referans veriyor. Dışarı bakan gözler olarak bir konutun pencereleri tekrarlanan bir motif halinde yüzeye yayılıyor. Fırat Engin, çocuk oyunlarından hatırlanan bir formu, görkemli bir anıtsallıkla yeniden inşa ediyor. Dev metal iskambil kağıtlarından bir ev olarak “İsimsiz”, aynı anda, üflense yıkılacak gibi görünürken diğer yandan tüm ağırlığıyla üstünde bulunduğu toprağa yerleşiyor. Mekânda şiirsel bir sahne yaratan “Beyrut”, Hale Tenger’in savaşın ve acıların yıkımından kurtulamayan bir coğrafyaya işaret ettiği, 2007 tarihli videosu olarak sergide yerini alıyor. Yurt-Yuva-Ev kavramlarına yönelik anlamın aşındığı bir coğrafi mekânda, geçici bir ikame mekânı olarak St. Geoge Hotel’e bakılan görüntülerin trajik-şiirselliği Serdar Ateşer tarafından bestelenen müzikle etkisini artırıyor. Hera Büyüktaşçıyan’ın “Kayıp Guguk Kuşu”, duvarda asılı duran ve kapısı açık halde izlenen guguklu saat ve bu küçük kapıdan uç uca eklenerek yere sarkıtılmış mendillerden oluşuyor. Düzenleme, işaret ettiği kavramları üzerinde taşıyan güçlü yalınlığıyla, ev, yuva, aidiyet, göç, yerleşmek ve yerleşememek üzerine bir anlatı inşa ediyor. Göçmenlerin çalışma hayatları, yaşam koşulları ve politik sürgünlükleri üzerine yoğunlaşan Nil Yalter’in 1977 tarihinde başladığı “Türk Göçmenler” serisine ait videosu, kadın, erkek ve çocukların gündelik yaşamları, problemleri, istek ve arzuları üzerine konuşmalarını içeriyor. Bu video-dokümantasyon, evinden uzakta yeni bir aidiyet kurma çabasındaki işçiler için hayatın neye benzediği üzerine zamanına dair önemli belirlemeleri aktarıyor. Bu anlamda Ev, bütünleşik bir yapıyı kast ederken aynı zamanda kök salma arzusu ve melez kimliklere dair ipuçlarını da bünyesine katıyor. Taşınmak, bir evi bırakıp diğerine yol almak özellikle kentsel dönüşümün bu agresif zamanlarında her kentin kaçamayacağı yazgısı haline geliyor. Onur Ceritoğlu’da bir süredir, yıkılmak üzere boşaltılan evlerden edindiği “çıkma” eşyalar üzerine geçici bir kent hafızası oluşturuyor. Sanatçının bu eşyalar arasından biriktirdiği “Çıkma Ziller”, sergi mekânındaki geçici varlıklarını bastırmak istercesine, kapıdan giren her izleyicinin arkasından gürültüyle çalmaya başlıyor. “Reddediş/Taş” ve bu taşların serüvenine referans veren fotoğraf çalışması “Yurt” ile Şifa Girinci, kimliği ile ilişkili olan bir topluluğun (Yörükler) sürekli yer değiştirme ve hareketlilik halini araştırıyor. Göçerlikten yarı yerleşikliğe geçiş dönemi olan 1938-1970 yılları arasında çoğu ailenin göçtüğü Muğla, Tepecik bölgesinde bulunan yıkılmış bir eve ait olan bu taşlar, yerleşik hayatı ve kalıcılığı reddeden bir kitlenin güdülerine referans veriyor. Yaşam Şaşmazer, doğa-insan, yer-yersizlik, kimlik-benlik kavramlarını “Yerinden Edilmiş (Otoportre)”de ortak bir temsil haline getiriyor. Sanatçı, köklerimizi dallara çevirip, yeniden yeşertebilmenin imkanlılığı, kimliklerimizi yaratıcı bir şekilde geliştirme ve yeşertmenin olanaklarını sorguluyor.
Evde Varolmak
Kadınlığın ev ve ev içi ile özdeşleştirilmesinin doğası ve bunun kadın öznelliği ile bağı, mekân ve cinsiyet ilişkisinde ele alınan konuların başında gelir. Sosyal mekân bağlamında ev, bir toplumda kadın ve erkeğin yaşam deneyimi, bunun kapsamı ve sınırlarını belirleyen önemli bir göstergedir. Patriarkal yapı içinde uzun zaman ikincil konuma sahip olabilmiş kadınların birbirleriyle ev bağlamında cinsiyet ve sınıf temelinde kurdukları ilişkiler, farklı iktidar ve güçlenme ilişkilerini de sergiler. “Kadınlığın” kurucu mekânı olan ev/yuva, bir bellek mekânı olarak iktidar ve toplumsal pratiklerle nasıl iç içe öznellik kurucu olduğunu ortaya koyar. Kadın kimliği dışında çok uzun zamandır, dışlanma ve şiddete karşı yürüttükleri bireysel, grupsal, örgütlü, mekânsal mücadeleyle bir öznelik konumu üreten LGBT’ler de cinsiyet ve mekânın üretimi çerçevesinde feminizmle ortaklıklar kuran bir mücadelenin parçası haline gelirler. Çünkü, “Eşcinsel hareket ile diğer hareketler ayrı evlerde oturup birbirlerine misafirliğe giderek mesele çözülmeyecektir, aynı evin farklı odaları olsa da odalar arasında geçişin serbest olduğu bir mekânsal ilişki için mücadele edilmeli”dir.
Berkay Yahya’nın üç kanallı video çalışması “Bunun parçası olduğun için teşekkürler!”, LGBT kimliğine yönelik, gasp edilen yaşam hakkı, toplumsal yargılar ve baskılar ile nefret cinayetlerine dair etkili bir görsel anlatım sunuyor. Sanatçı, kurguladığı bakış açısıyla, bizi katilin karşısına maktulün gözleriyle çıkartıyor. Kamusal- özel alanların inşa edildiği yolları, kimliklerin oluşma biçimlerini günlük ritüeller aracılığıyla sorgulayan Deniz Gül, ojeli pamuklarla oluşturduğu aynası “Raziye” ile evi, mahremiyet, geçicilik ve esneklik kavramları çevresinde ele alıyor. Kişisel anlatılar, bireysel, kolektif, kültürel ve toplumsal arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasında bir bakış açısı sunar. Sözlü tarih bağlamında kadın’ların deneyim aktarımı, toplumsal cinsiyet kimliğinin inşa süreçleri ve sürdürülme yöntemlerinin kavranması açısından oldukça zihin açıcıdır. Ferhat Özgür’ün “Aşık Kadınlar” isimli videosu, üç kadının bir misafirlik anında ev, aile, erkekler, cinsellik gibi konulardaki sohbetlerini aktarırken, kadın kimliği inşasının kurgu, gerçeklik ve ideallik etrafında yeniden tartışılmasına alan açıyor. Gözde İlkin, toplumsal cinsiyet kalıpları, “aile” kurumu ve ataerkil söylemi erkek bedeni üzerinden sembolize ettiği “Demeç”le, evin kısıtlayıcı bir görüş dahilindeki toplumsal anlamını sorguluyor. “Kadınların bir evi vardı ve mesele orada kalıp kalmayacakları, evden ne kadar uzaklaşıp şehrin kamusallığında ne kadar ve nasıl pay alacaklarıydı, ama sürekli eve dönmeleri şartıyla” İnci Furni’de “Kuş Sarayı” isimli suluboya resmi ve çıtalardan kurguladığı “Çıta” enstalasyonu ile evden bağımsızlaşmak, evi geride bırakmak, eve geri dönmek, evde tutsak olmak, evle özgürleşmek ve evi yeniden inşa etmek üzerine ‘kafes’ imgesini ele alıyor. Evin farklı toplumsal gruplardan kadınlar için farklı anlamlar ifade edebileceğine yönelik bir düşünceyi arka planında taşıyan 1982 tarihli “Şerife II, IV ve V” ile İpek Duben, kırsaldan kente göç sonrasında ücretli ev emekçisi olan kadınların hayatta kalma çabaları, duygusal deneyimleri, değişen değerlere direnişleri veya onları kabullenişlerine dair bir sembol olarak Şerife’yi tuvale taşıyor. Kültürel pratiklerin mekânlarından biri olan evin kadınların öznelliğinin inşasındaki işlevi üzerine sembolik bir dili benimseyen İrfan Önürmen de tuval üzerine asılmış ve dikilmiş tül katmanlarından oluşan “Gaze series No:50”de kadının kapalı pencereler ardında konumlanması ve ev içindeki varlığına karşı bir söylem üretiyor. Güncel feminist teorilerde, cinsiyete dayalı özgül toplumsal eşitsizliklerin üstesinden gelinebilmesinde “Kadın sorunları” fetişizmi ya da “kadın hakları” argümanının örtük biçimde içselleştirdiği “dramatik” tonun ve bu yolla “kurtulmuş-ezilen kadın” ikiliğini yeniden üretmenin riskleri üzerinde durulur. Kinetik enstalasyonu “Sol Yarımküre” ile Necla Rüzgar, fanusun içinde izlenen sıkıntılı ama bir o kadar da yırtıcı bir var oluşu, kendini yeniden üreten bir baskılama rejimini sekteye uğratırcasına konumlandırır. Çünkü, ne ezilen ne de kurtulmuş bir kadın’ın bu fanusun içinden anlattığı, ev içinde süregiden bir devinimin, bir deneyimin hikayesidir. Deneyim yaşandığı andan itibaren bir “yinelenemezlik” ve kaybolma tehdidi altındadır. Oysa, anlatıldıkça yeniden ve yeniden var olan, hayatı dolanmaya başlayan deneyim kendi zamansallığını da yaratır; deneyim her yinelemede değişir ve her yeni anlatımda bir kez daha güncelleşir. “Emotion in Motion”da her defasında farklılaşan bir deneyimi izleyiciye aktaran Nezaket Ekici, eve ait nesneleri bedenini tüketircesine öperek izini bırakıyor. Sanatçı, mekânın ve deneyimin sabitlenemez geçiciliğine kadınlar açısından bakarak, mekânsal hareketlilik ve ara-mekân kavramlarına dair bir düşünceyi performans aracılığıyla önümüze seriyor.
Ev, tüm bu bütünleşik ilişkilerin yaşandığı bir alanı tariflerken, “EV” sergisi de sanatçılara ait söylem çeşitliliğiyle, çok disiplinli bir anlayış ve yöntem zenginliğiyle bu kavramı ele alıyor.
Paul Eluard, Dignes de Vivre, Julliard, 1941, s.115’den aktaran Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası. Çev. Aykut Derman. İstanbul. Kesit Yayıncılık, 1996, s.64
David Harvey, Postmodernliğin Durumu. Çev. Sungur Savran. İstanbul. Metis Yayınları, 1999, s.244
Henri Lefebvre, The Production of Space. Çev. Donald Nicholson-Smith. Oxford. Blackwell, 2001, s.154
Kimberly Dovey, Home and Homelessnes, Home Environments. Ed. Irwin Altman ve Carol M. Werner. New York ve Londra. Plenum Press, 1985, ss.42-43
Daniel Miller, Home Possessions: Material Culture Behind Closed Doors, Berg. 2001, s.115
Shelley Mallett, Understanding Home: A Critical Review of the Literature. The Sociological Review, 52, 2004, ss. 62-89
Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası. Çev. Aykut Derman. İstanbul. Kesit Yayıncılık, 1996. Ss.31-32
Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi, Metis Yayınları, İstanbul, 1999 s. 140
Gürbilek. Agy s. 148
Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2004
Bachelard. Agy s.43
Doreen Massey, For Space, Londra: Sage, 2005, s.6
Theodor Adorno, W. Minima Moralia. Çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan. İstanbul. Metis Yayınları, 2000. ss.39-40
Pierre Nora, Hafıza Mekânları. Çev. Mehmet Emin Özcan. Ankara, Dost. 2006, s. 19
Martin Heidegger, Discourse on Thinking, New York: Harper and Row, 1959; Simone Weil, The Need for Roots. Prelude to a Declaration of Duties Towards Mankind, Londra: Routledge, 1949/2002.
Gülsüm Depeli, Görsellik ve Kültürel Bellek İlişkisi: Göçmenin Evi, kültür ve iletişim, Culture & Communication, 2010, 13(2) yaz, ss. 9-39
Agnes Heller, Where are we at home?, Thesis Eleven, 41, 1995, ss. 1-18
Edward Said, Reflections on exile, Out There: Marginalization and Contemporary Culture., der. R. Ferguson, M. Gever, T. Minh-ha & C. West, New York: The New Museum of Contemporary Art, 1992, s.357
Aksu Bora, Kadınların Sınıfı, Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası, İletişim Yayınları, 2005, s. 223
Özgür Özakın, Mimarlığın Sosyal Forumu’nda “Kentsel Mekânların Kurulumunda Heteroseksist Politikalar” atölyesi, 21.10.2010 Ankara. Bkz. Gülistan Aydoğdu haberi. http://www.kaosgl.com/icerik/escinseller_ve_kent_atolyesi_yapildi 22.10.2010
Ayten Alkan, Şehircilik Çalışmalarının Zayıf Halkası: Cinsiyet, Nermin Abadan Unat’a Armağan – Birkaç Arpa Boyu: 21. Yy’a girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar (der. Serpil Sancar), İstanbul, Koç Üniversitesi Yayınları, 2012, ss. 343-414
Ayten Alkan, agy.
Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman: Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma, İstanbul. Metis, 2012, s.21