Günümüzde estetik ütopya ile radikal sanat arasında bir kutuplaştırmakarşılaştırma yerine eşit mesafe yaratmak mümkün müdür Sanatın dünyayı değiştirme gücü ya da nesnelerin eşsiz tekilliği iddiasından vazgeçmiş bir tavırdan bahsedebilmek olası mıdır Tarihsel kesinlik yerine kararsız ve geçici bir durum yaratmak, mesafeleri silmek ya da temastan kaçınmak, aynı koordinatlarda aynı anda hem kişisel hem ortak alanlar inşa etmek, hem çok uzak ama bir o kadar da yakın olmak...
 
Günümüz sanatında toplumsal duyarlılık ve sosyo-eleştirel tavır, bireysel anlatılar ve kişisel deneyimlerle birleşiyor. Bu yönde gelişen görsel dile sahip sanatçılar, insan hakları, savaş, göç, şiddet, cinsiyet ayrımı gibi toplumsal sorunlar ve travmalardan, hafıza, kültür, bilinçaltı, teknoloji, çevre, ekosistem, kentsel dönüşüm gibi konuları, bireysel tavrı ve sanatsal pratiği perspektifinde tartışıyor, sorguluyor, öneriyor, dikkat çekiyor... Bu bağlamda, “UZAKTAN ÇOK YAKIN... Sanatçılardan Sosyo-bireysel Anlatılar” başlıklı sergi de, ekranlardan, monitörlerden, tv’lerden kısaca bizden çok uzakta gibi izlenen ama bir o kadar da yanı başımızda, içimizde olan hayatlarıolaylarıolguları konu edinen yapıtları izleyiciyle paylaşıyor. Sergiyle, yaşamın uzağında olmayan, büyük anlatılardan çok mikro durumlara işaret eden ve toplumsal bağlarını kişisel bir kipte ortaya seren sanatçılar bir araya geliyor.
 
Çağrı Saray’ın, Bellek Mekanları isimli 12 gravürden oluşan serisi, yakın tarihimize ve toplumsal belleğimize dair hem mimari olarak yapıların imajlarını hem de birer hafıza mekanı olarak aynı bağlamda ele alabileceğimiz, iktidarın yıkıcı gücünün temsillerini oluşturan nesne ve imgeleri içeriyor. Sergide gravürlerin 9 çizimi sergileniyor çünkü sanatçı sergi mekanındaki aynayı işin bir parçası olarak kullanıyor ve imgelerin izleyici tarafından “simülasyon olarak gerçekliğin yansıması” ve “gerçekliğin ters yansımasının simülasyonu” olarak görülmesini istiyor. Sanatçının ...gibi hissetmek isimli video çalışmasında yer alan figür, bir çatışmada yer alan temel refleksle yerden bir “şey” alıp karşısındaki doğa manzarasına fırlatıyor. Saray’ın gravürlerinde de gördüğümüz titreşime benzer bir rezonansla izleyiciye karşısındaki görüntünün yapay bir gerçeklik olduğunu ve aslında figürle manzara arasında bir boyut farkı olduğunu gösteriyor. Videodaki durumu şaşırtıcı kılan ise, mekanın gerçekliğine dair figürdeki ikna süreci olan, eylemi tekrarlamasıyla ilişkili.
 
Elçin Acun, Aile isimli fotoğraf enstalasyonu ile bireyler aralarındaki ilişkilere referans veriyor. Bütünün parçalı imgelerden oluştuğu bu stereotipik aile portresi, sürekli, zorunlu ya da kendiliğinden bir etkileşim halinde izleniyor. Her bir portre bir diğerine yaslanıyor, sınırlar koyuyor ve bu ilişki bir döngü oluşturuyor. İmgelerin görkemli boyutu ve yerleşimi, aile kavramındaki içe dönük ilişkiler bütününün aşılamaz sınırlarının temsilini yaratma amacı taşıyor. Sanatçının bu sergide yer alan bir diğer çalışması da Zor Zamanlar isimli video. Bu video, sanatçının güncel olaylar üzerinden kişisel olanı arayışının şiirsel bir denemesi olarak beliriyor. Videoda bedenin durağan ve zaman dışı olma hali kendi içerisinde devinim oluştururken çevresel faktörlerden etkilenmiyor. Benzer şekilde figürün dışındaki etmenler doğal sürecinde olması beklenen şekilde gerçekleşmiyor. Sonuçta bu durum gerçeküstü bir hal almaya başlıyor ve sanatçının otoportresi ile birleşerek kişisel bir algı ortaya koyuyor.
 
Kerem Ozan Bayraktar’ın, çalışmaları kurgusal olanın tarihsel, kültürel ve psikolojik olanla ilişkisi üzerine kuruludur. Bilgisayar görüntüleri, fotoğraflar ve animasyonları bir arada kullanan sanatçının bu sergide yer alan Kamusal bir heykel için açılış töreni isimli animasyonu, mikro-iktidar egoizmine bir eleştiri özelliği taşıyor. Animasyonda bir kamyon-anıtın etrafında dönen diğer kamyonlar görülüyor ve sanatçı yarattığı bu absürt durum ile insanların kendi temsillerine karşı tutumları üzerine bir ironi yaratıyor. Ayrıca, sanatçının Ukiyo-e, 11 araba ve Ukiyo-e 102 konteyner adlı iki ayrı bilgisayar destekli dijital baskısı da bu sergide izleyiciyle paylaşılıyor. Sanatçı, kurgu olan bu çalışmalarında sahneyi donuklaştırarak ve figürler ile izleyici arasında mesafe yaratarak kurgu, gerçeklik, temsil kavramlarını sorunsallaştırıyor.
 
Lara Ögel’in çalışmaları imgelerin yeniden nasıl yorumlanabileceği ve alternatif tarihlerkayıtlar inşa edilebileceğini göstermeyi amaçlıyor. Sanatçının sergide yer alan Miami’den sonra New York isimli 7 fotoğraftan oluşan kolaj serisi, New York’ta gökyüzünün binalardaki yansımalarını içeren fotoğraflardan oluşan soyut bir kompozisyon niteliğinde. Kolajı, anlamlı bir oyun alanı ve işlerinde bir sonraki okumalara geçmeden önceki bekleme odaları olarak tarif eden Ögel’in bu foto-kolaj serisi, sanatçının aynı zamanda geçmişinden ve hafızasından bir parça taşıyan İsimsiz (Kapı) adlı bir hazır nesne yerleştirmesi ile birlikte sergileniyor. Böylelikle aynı anda özel ve ortak alanlar oluşuyor, bu alanlar birbirleri ile iletişim kuruyor, sanatçı değişken ve sınırı olmayan durumlar yaratıyor.
 
Manolya Çelikler, çalışmalarında kadın kimliğini seçerek onun ötekileştirilmesi hikayesini yine onun semiyolojisi üzerinden anlatıyor. Sergide yer alan Söz Uçar Yazı İki Cihanda serisi ile kadına özgü olarak algılanan “dikiş-nakış” yöntemini kullanarak farklı bir ifade şekli yaratıyor. Sanatçının kullandığı kumaş üzerine dikiş tekniği, işlerinin dokusunu kadın kimliğine yaklaştırırken, yüzeyin tamamlanmamış hissi, malzemenin kendine özgü karmaşıklığı ve ucu açık kontürler ile söylemlerin oturmamışlığını veya sürdürülebilirliğini vurguluyor. Kendine şamar atan, acıyı işleyen bir çalışma tekniğiyle Çelikler, siyasetçilerden alıntılanmış gerçek sözleri yine çok gerçek bir formla sakat bir şekilde birleştirerek kadın algısı üzerindeki manipülasyona dikkat çekmekle ilgileniyor.
 
Sevil Tunaboylu’nun, özellikle son yıllarda ürettiği işler, kişisel bir merkezden çıkıp daha genel (toplumsal) bir soruna uyanma halinin sonucu. Sanatçı sıklıkla, karşılaştığı bir fotoğraftan veya unutmak istemediği bir anıdan çıkardığı karakterlersahneler üzerine yoğunlaşıyor. Sanatçı, bu karaktersahnelerle belki de geriye atılmış çok renkli bir dünyanın içinden siluetler çıkarıyor, bir hikayeyi tekrar yazıyor, bir bakıma bireysel hafızasını kazıyarak toplumsal belleğin de şeceresini tutuyor. Kimliğini, varoluşunu kendine durmaksızın hatırlatarak, kişilerin ve şeylerin gerçek olduğu masalsı bir dünya kuran Tunaboylu bu sergide Ölü Doğa isimli çalışmasıyla izleniyor. Sanatçı figürün olmadığı bu resimle bizi, insansız, tekinsiz ve karanlık bir manzarayla baş başa bırakarak köklerimizi sorgulamaya çağırıyor.
 
Tunca, bu sergideki 10 adet metal kasadan oluşan çalışması İsimsiz ile toplumsal kültürümüzde yer tutan “pazar” kavramı ve kültürüne gönderme yapmak üzere pazar kasalarını metalden üreterek tasarım kültürü ve sosyal yaşam arasındaki nesnel ilişkileri yeniden yorumluyor. Aynı zamanda sanat nesnesinin meta değeri ve sanat-piyasa ilişkilerine de ironik bir atıfta bulunan sanatçı, kültür endüstrisinin bir parçası olarak üretilen sanat algısına eleştirel bir mesafe de yaratıyor. Tunca’nın, bu sergi için ürettiği ikinci çalışması İsimsiz, belge niteliğindeki tarihi fotoğraflar ile resim geleneğine göndermelerde bulunacak şekilde eşleştirme yöntemi ile oluşturulmuş üç tuvalden oluşan bir kompozisyon olarak sergide yer alıyor. İş-emek-üretim-sınıf kavramlarını üzerinde taşıdığı imgeyle açığa çıkaran bu görkemli ölçekteki resim aynı zamanda Brugel, Bosh gibi sanatçılarla, eski altar panoları gibi tarihsel formlara da referans veriyor.
 
Özgül Arslan, son dönem üretimlerinde resmi ideolojiler, eril iktidar ve tüketim kültürü tarafından şekillendirilen “kadın” imgesini merkezine alan bir anlatımı benimsiyor. Çalışmalarında içerik olarak güncel hayata dair izlenimleri, algısal farklılıkları ve kişisel deneyimleri analiz eden sanatçı, kişisel ve evrensel olanın ortaklıklarıyla ilgileniyor. Arslan’ın sergide yer alan Nefes isimli çalışması, sanatçının bireysel deneyimlerinden yola çıkarak, toplum içinde “kadın”ın konumuna karşı bir gereksinime işaret ediyor. Nefes almakalabilmek yaşam için bir gereklilikse, toplumsal yapı içinde her kimliğin ihtiyacı olan bir aralığanefes aralığına dikkati çeken çalışma, saten üzerine inci işlemelerden oluşuyor. Sanatçı, tutarlı bir çeşitlilik içeren üretim yöntemleriyle de sanat tarihi, sanatçı kimliği ve güncel sanat mekanizmaları karşısında bireysel ve özgün tavrını oluşturmakla ilgileniyor.